CHP ve Tüzük Kurultayı Üzerine
2002 yılından itibaren milletvekili olan Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010’da genel başkan olmasıyla birlikte CHP’de “yeni” bir dönem başlamış oldu.
Hizipçi, dar grupçu CHP damgası, yerini “dışa açılan”ve “herkesi kucaklayan” CHP’ye bıraktı. Bu dönemde farklı düşüncelere hoş görü, anlayış ve ifade özgürlüğü adı altında; partiye zarar vererek dışına düşmüş, küsmüş, dahası sağ ve liberal çizgide olanlar da CHP saflarına koşulsuz alındılar. Herkesi geri kazanıyoruz, birleşiyoruz, büyüyoruz sunumu ile toplumda ve örgüt tabanında olumlu bir beklenti yaratma başarısı da gösterildi.
Ancak geri alınanların ve yeni katılanların parti disiplin ve ilkelerine (olduğu kadarına) uymaları ya da kan uyuşmazlığının giderilmesi için hiçbir çaba gösterilmedi. Genel ve yerel seçimler de gösterilen adaylar ve akabinde yapılan hatalı kadro değişikliği tercihleri; AKP, MHP ve sağ liberal siyasetin eskilerine partinin en önemli yerlerinde bulunma imkanı verilmesi “yeni dönem” e ilişkin kuşkular yarattı.
Herkese açılan kapılar mücadelenin içerisinden gelen CHP’lilere ve örgüt tabanına büyük oranda kapatıldı. Genel seçimler, örgüt seçimleri, kongre ve kurultayların ardından yenilenme adı altında yapılan sürekli kadro sirkülasyonu ve tercih edilen adaylar güvensizliğe yol açtı. Ara ara yapılan isabetli aydın, akademisyen takviyeleri kalıcı ve dönüştürücü bir etki düzeyine ulaşamadı. Dışarıda ki birleştirme iddiası, içeride yerini harcayan, küstüren, dağıtan bir gerçekliğe bıraktı.
Ülke siyasetinin kritik dönemeçlerinde yapılan yanlış seçimler ve uygulamalar her geçen gün toplumda ve parti tabanında güvensizliğin daha da büyümesine neden oldu. CHP ile hiçbir biçimde uyuşmayan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesi, dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet denilerek TBMM ve Cumhuriyet’e büyük zarar verilmesi, haklı ve meşru bir tepki için ortam son derece uygunken referandum sonuçlarını kolayından kabullenmek öne çıkan ilk örnekler. Giderek örgüt tabanıyla genel merkez arasındaki bağ neredeyse bütünüyle koptu. Gençlik ve kadın kolları sahipsiz bırakıldı. Sıcak bir örnek olarak son İstanbul Gençlik ve Kadın Kolları Kongrelerinde Genel Merkezin nerede olduğuna ya da olmadığına bakılırsa anlatılmak istenen şey daha iyi görülür.
Gelinen yerde “ben partinin üye ve delege yapısına güvenmiyorum, örgütler çalışmıyor ben herkesten çok çalışıyorum” diyemezsiniz. Ne buna hakkınız var, ne de bu söylem sizi sorumluluklarınızı yerine getirmeyerek işlediğiniz suçlardan kurtarır. Olsa olsa bir itiraf olarak anlam ve karşılık bulur. AKP’nin iktidarda kaldığı süre boyunca CHP’nin önderlik kadroları arasında yer alan herkes partinin içerisinde bulunduğu bu durumdan bizzat sorumludur.
Daha da ötesi örgütler bütünüyle CHP’li belediyelerin denetim ve güç savaşı alanına çevrildi. Belediyeler siyasetin finansmanı adı altında; önce kendi ilçesi, yetmedi komşu ilçeler, yetmedi il, yetmedi başka illeri dizayn eden bir güce ulaştılar. Tabanda siyasal mücadele isteğinin çürütülerek bireysel beklenti ve çıkar hastalığının yayılmasına ve giderek tüm partiye nüfuz etmesine önayak oldular. Parti içi demokrasi ve liyakatın olduğu kadarını da yok ettiler. En hafif ifadeyle bu sürece sessiz ve seyirci kalarak sizde ortak oldunuz.
Son yapılan Kurultay’da; anahtar listeler, seçimde ve sayımda yaşanılanlar belediyelerin giderek Genel Merkez dahil CHP’de herşeyi şekillendiren bir etkinlik gücüne ulaşmış olduğunu göstermektedir. Kendi atadığınız Belediye Başkanlarının tüm örgütü giderek de partinin yöneticileri olarak sizi bu kadar örseleyip ezmesine, teslim almasına izin verdiğiniz ve tepkisiz kaldığınız sürece dünyanın en ileri ve demokratik tüzüğünü yapsanız da hiçbir anlam taşımaz.
Zaten Tüzük Kurultayı planlama ve hazırlık süreçleri ile birlikte değerlendirildiğinde, bir yenilenme sağlayamayacağı ve bununda bir geçiştirmeden ibaret kalacağını göstermektedir.
“Türkiye etkin, aktif ve misyonunun hakkını veren bir CHP ve CHP iktidarından yoksunluğun bedelini çok ağır ödüyor.” ( 36. Kurultay’ın ortaya çıkardıkları; Bir kez daha önderlik sorunu 07.02.2018 )
Son söz; toplumsal çürüme ve yozlaşmanın rezil fırtınasına karşı hak ve hakikat bayrağını yere düşürmeden taşıyabilmek. Yaratılan ve yaratılmak istenen her türlü karanlığın üzerine “ışık daha çok ışık” şiarıyla gidebilmek. Bu duruşa, bilinç açıklığına, kavrayış ve irade gücüne sahip olabilmek. Bütün mesele bu.
22.02.2018
Av. İlkay ORHAN